21 Haziran 2015 Pazar

BİR TERMİNATÖR ANALİZİ ve TERMİNATÖR GENİSYS ÜZERİNE






TERMİNATÖR - YENİDEN


26 Haziran 2015, yeni Terminatör filminin gösterim tarihi. Kimilerine göre seri ikinci bölümle bitmiş olsa bile, sonraki bölümler gişe beklentilerinin altında kalmış olsa bile, zorlama bölümler yapılmış olsa bile, oyuncu kadrosu sürekli değiştirilmiş olsa bile filmin hayranları merakla bekliyor yeni bölümü. Neydi yeni bölümün adı: TERMİNATOR - GENISYS (YARATILIŞ)

Yeni bölümle ilgili yorumlara geçmeden önce tüm bölümlere kısaca bir göz atalım. Filmin meraklıları için hatırlatma, hiç izlememiş olanlar için de bir fikir verme yazısı olsun.
       Yıl 1984. Yönetmen koltuğunda Titanik, Avatar, Piranha gibi kült filmlerinin ünlü yönetmeni ( Gerçi o dönemler yeni yeni adını duyuran taze yönetmen diyebiliriz.) James Cameron oturuyor. Yokedici rolünde Arnold Schwarzenegger, Sarah Connor rolünde Linda Hamilton ve Sarah Connor'u koruma rolünde olan Kyle Reese rolünde ise Michael Biehn yer alıyor.

Karanlığın yılı olan 2029 yılında makineler kusursuz bir plan yaparlar. İnsan direnişi örgütü lideri olan John Connor'u henüz doğmadan yok etmek için 1984 yılına T-800 model bir yokedici gönderirler. Hedef, John Connor'un annesi Sarah'ı yok etmektir. Tabiiki insan direnişi de boş durmaz. John Connor da geçmişe, Kyle Reese'i gönderir. Onun da görevi Sarah'ı bu korkunç makineden korumaktır. Tabii Sarah'ın bir şeyleri anlaması çok zor olur ve gelecekten gelen bu adama aşık olur. Birlikte olurlar ve hamile kalır. T-800 de fellik fellik, her yerde Sarah'ı arar. Telefon rehberi listesinden ne kadar Sarah Connor varsa bulur ve  hepsini çatır çatır... Öldürür. Tabii kaç kaç nereye kadar. Hedefe ulaşır korkunç makine ama Kyle ve Sarah, onu bir şekilde öldürürler. Bir fabrikada pestilini çıkarırlar. Kyle de rahmetli olur bu çarpışmada. İlk bölüm bu şekilde biter. Biter bitmesine de gişe muazzam ötesi bir başarı elde eder. Film için harcanan para 6.500.000 dolar iken, gişeden elde edilen gelir 78.371.200 dolardır. Sadece konusu, oyunculukları ve efektleri değil, müziğiyle de bir döneme damga vurur Terminatör. Serinin ikinci bölümü ise tam yedi yıl sonra bitirilir.

Robert Patrick (T-1000)




Linda Hamilton
Hiç kuşku yok ki serinin ikinci bölümü efsanedir. Serinin hastaları için bir numarada bu film vardır. Filmdeki efektler, dönemine göre çok çok ileridedir. James Cameron, bu efektler için günümüz bilgisayarlarının yetersiz olduğunu bildirmiş ve çağın ötesinde bir iş yapılarak, film şirketi çok büyük masraflar yaparak özel bilgisayarlar ürettirmiştir. İlk bölümden sonraki o yedi yıl, nakış nakış işlenerek bu bölüm meydana getirilir. 

Birinci filmde yaşananlardan on sene sonrasını konu alan film, Sarah Connor ve onun on yaşında olan çocuğu John'un maceralarını ele almaktadır. Yıl 2029 olup, makineler John'u öldüremeyince, geçmişe bu kez daha güçlü bir makine olan sıvı - metal karışımı T-100'i  (Robert Patrick'i) gönderirler.
Terminator 2
Güç ve özellikleriyle T-800'e rahmet okutan T-1000'den Sarah ve John'u korumak işi de yine bir T-800'e(Arnold S.) düşer. Bu T-800, gelecekte John'u öldürmek için insanların arasına sızmış bir katil robot iken, yakalanarak programları değiştirilir ve insanlarla yaşamaya uyumlu hale getirilir. İnsan anatomisi, psikilojisi gibi özellikler de yüklenerek doğru geçmişe gönderilir. Eski T-800 ile fabrikasyon olması sebebiyle de Sarah, bir türlü bu elemana güvenemez. Ne var ki T-1000'in yaptıklarını görünce T-800'e inanmaktan başka yolu kalmaz. Güzel bir ikili oluştururlar T-1000'e karşı fakat yok etmek öyle kolay değildir. Her türlü kılığa giren bu sıvı metal yaratık ciddi zarar verir bu ikiliye. Bu mücadele sırasında John ve T-800 arasında da duygusal bir bağ kurulur. Sanırım filmi bu kadar unutulmaz yapan da araya sıkıştırılmış espriler ve duygusal atmosfer olsa gerek. Hastala Vista Baby repliği, bir dönem herkesin dilinde dolaşmadı değil.

 

James Cameron ve Arnold, serinin ikinci bölüm setindeler
 Neyse, filmin sonunda görev tamamlanır ve T-1000 yok edilir. Ama T-800'ün de kendisini yok etmesi gerekmektedir. İşte hepimizi bitiren olay da bu sahnedir ya zaten. Filmin efsane müziğinin ağır tempolü haliyle birlikte T-800 de ağır ağır kızgın demir suyuna iner ve çosss diye eriyerek yok olur. 139 dakikalık bu görsel şölenin yapımı için tam 102 milyon dolar harcanır. O döneme kadarki en yüksek bütçedir bu. Film, bütçesini karşılamayı bırakın, üzerine yaklaşık beş misli koyarak 519 milyon dolardan daha yüksek bir gelir elde eder. Bu da ayrıca bir rekordur. Filmin, oyuncu kadrosunu ve yönetmenini koruması, hayranlarını da ekstra mest etmiştir.

 Bana göre de film, bu iki bölümüyle efsane olmuştur. Gel gelelim yapımcılar yeni bir Terminatör çekmek isterler. James Cameron, yeni bölüm için anlaşmaz. Jonathan Mostow  oturur koltuğa. Sarah Connor da yoktur artık. Oğlu John 'kayıt dışı' bir yaşam sürmektedir. Ne evi, ne telefonu ne de kredi kartı vardır. Ne olur ne olmaz diye hep kaçış halindedir. Gel gelelim, korktuğu başına gelir ve T-X model, dişi görünümlü bir yok edici gönderilir bu kez. John'u korumak için de ikinci bölümdeki T-1000'in benzeri, duygusal bağ nedeniyle gönderilir. John'un eşi olacak hatun falan filme renk getirir. Birlikte mücadele ederler ve T-X'i alt ederler. 

Filmin Türkçe dublajını izleyenler için John Connor'u Volkan Severcan'ın sesinden izlemek güzel bir duygu oluşturuyor diyebiliriz. Arnold'u seslendiren ağabeyimiz kim bilmiyorum ama o da cuk diye oturmuş. Klasik bir kurtuluş hikayesinin hakim olduğu bu bölümde de kazananlar değişmiyor. 2003 yılında gösterime giren bu bölüm de gişede yapımcıların yüzünü güldürür. 170 milyon civarında bütçeyle hazırlanan film 430 milyon civarında gelir elde eder.


2009 yılında da Terminatör Salvation(Kurtuluş)çekilir. Şahsen benim üçüncü kez izleyişimde olayı çözüşüm, filmin karmaşıklığı hakkında ipucu verebilir. Film, kıyamet günü sonrasını konu edinir ve John Connor rolünde de Batman Kara Şövalye serisinde bizleri mest eden Cristian Bale güzel bir kompozisyon çizer. Makineler ve insanların gelecekteki mücadelesini konu edinen bu bölümde Arnold yer almaz. Sadece, birkaç saniyelik bir bilgisayar efektli, 1984'e gönderilen T-800 görünümü yer alır. Film, gişede beklediğini pek bulamaz ama zorlama bir bölüm için zarar etmemesi de önemli bir başarıdır. 200 milyon dolar bütçeyle çekilen film 372 milyon dolar gelir elde eder.
Şimdi gelelim 26 Haziran'da gösterime girecek olan yeni bölüme. Ne olacak? Hikaye nasıl başlayacak, nasıl gelişecek...? tarzında dünya kadar soru var cevaplanmayı bekleyen. Her ne kadar 67 yaşında olsa da Arnold'un filmde yer alacak olması, filmin hayranlarını ekstradan heyecanlandırmıyor değil. Yaptığım araştırmalara göre, fragmanlardan yola çıkılarak filmin oyuncu kadrosuyla ilgili ciddi eleştiriler var. En başta da Linda Hamilton ile efsane bir karakter haline gelen Sarah Connor rolünü, Game of Thrones'tan tanıdığımız Emilia Clarke'nin canlandıracak olması büyük tepki aldı. Yapımcılar açısından düşünürsek, Emilia'nın hayran kitlesini sinemaya çekme taktiğidir bu. Filmin hayranları ise, Emilia gibi çıtı pıtı bir hatunun, bu rolü kaldıramayacağı fikri hakim görünüyor. 
Filmde zaman kırılmaları karşımıza çıkacak gibi görülüyor. Çünkü Arnold hem yaşlı hem de genç haliyle( Terminatör 1'deki hikaye, defarmosyana uğruyor) ekranda olacak. Ayrıca serinin ikinci bölümündeki sıvı metal Terminatör'ü bu kez uzak doğulu bir kardeşimizin canlandıracak olması da Terminatör Genisys'in bir karma bölüm olacağı izlenimini veriyor. Yaşlı Arnold'un bir sahnede 'Biz de seni bekliyorduk.' repliği, bu bölümde Sarah'ın çocukluğuna yine Arnold'un gönderilip, Sarah'ı yetiştirmesi konusunda ipucu veriyor. Yönetmen koltuğuna bu kez Alan Taylor oturuyor ve senaryosuna da serinin ilk iki bölümünde imzası olan William Wisher yine imza atıyor.

 


Şunu da ekleyelim: Terminator Genisys ile birlikte yeni bir Terminatör üçlemesi geliyor. Artık zorlama mı olur harika mı olur bilemem. Benim gibi, filmin hastalarına düşen, gidip izlemek. Gidelim, görelim.

26 Mayıs 2015 Salı





Yine Kaybeden Fenerbahçe!



Şampiyonluk yarışı Galatasaray lehine sonuçlandı. Aklıselim, takım sevdası peşinde koşan tüm Galatasaraylıları kutluyorum.

Arabesk bakış açısıyla 'Hakkımızı yediler, şunu şöyle yaptılar, bunu böyle yaptılar..!' diye delilsiz bir ağlama yazısı olmayacak bu yazı. İktidar, Galatasaray ve Fenerbahçe temelli olup yan unsurları da olan bir yazı olacak. Galatasaraylıların da Fenerbahçelilerin de kızacağı düşüncelerim olabilir. Düşünceler şahsıma aittir nihayetinde.

Fenerbahçe
Öncelikle şunu söylemek zorundayım. Siyasi müdahale, hakemlerin Galatasaray'ı kollaması gibi unsurlar olsa da Fenerbahçe, öncelikle suçu kendisinde aramak zorundadır. Kulüp yönetimi, teknik kadro ve taraftar üçlüsü, birlik - bütünlük kavramının hakkını verememiştir. Tribünlerin bölünmüşlüğü, okul açık tribünün organize edilememesi, en dolu tribünlü maçlarda dahi tek vücut olunamaması, sezonun taraftar açısından zaafiyetidir. Kadro tercihleriyle ilgili herkes kendince yorumlar yapabilir, şu oynamalıydı, bu oynamamalıydı diyebilir. Sözün özü, Fenerbahçe takımı, birkaç kez ayağına gelen liderken puan açma şansını, bazen kötü futbol, bazen beceriksizlik, bazen de hakem faktörleriyle kaybetti. Zaman zaman da lehine yapılan hakem kararlarını da görmezden gelmemeli ama bu lehine kararlar, maçları dikkatli izleyenler hatırlayacaklardır ki daha çok kararları dengeleme üzerineydi.

Tribün Kapatma
Takım toparlanmışken küfür olmayan maçlarda tribünlerin kapanması faciası da yıllardır alışılan bir durum haline geldi zaten. Darbe üstüne darbe yemeye devam edildi.

Kurşunlanma


İki ay kadar önce bir facianın eşiğinden döndü Fenerbahçe. Birileri yakalandı, sonra serbest bırakıldı ve sonra olayın üstü kapatıldı. Takımı hiç kuşku yok ki en çok etkileyen olay bu oldu. Taraftar bu olayın ardından da tek yürek, tek yumruk olmayı başaramadı. Birlik bütünlük olmayınca da sünger çekildi üstüne.

Emre ve Volkan Nefreti


Tüm deplasmanlarda en fazla tepki gören, küfür edilen iki futbolcu. Neden? Takımları için en fazla agresif olan, tepki dozajını arttıran, eylem ve söylemleriyle giydikleri formanın taraftarı olduklarını belli eden iki futbolcu oldukları için. Üç numaraya da Caner'i koyabiliriz aslında. Yaptıklarını yüzde yüz tasvip etmem mümkün değil tabiiki. Lakin, günümüzün siyasi-futbol ortamında takımının içinde olmazsa olmaz futbolculardır bu isimler. Rakibi gerer, sinir bozar... Şahsi kanaatim, aktif olarak kadroda yer almasalar dahi, Fenerbahçe kadrosunda jübilelerine kadar var olmalılar.



Yine söylüyorum, elbette ki yaptıkları her şeyi tasvip etmiyorum. Zaten hakemler de onların olumsuzluklarını raporlarına yazıyorlar ve cezalarını çekiyorlar. Ya diğer takımın kart bile görmeyen oyuncuları?

Galatasaray




Sezonu üç teknik adamla tamamlayan, sezon başında gelenden geçenden dört yiyen camia. İki İtalyanın ardından göreve getirilen Hamza Hamzaoğlu ile birlikte yükselişe geçen ve dördüncü yıldızı göğsüne takan camia. Bu cümleler, basın cümleleri. Pekiyi, iç yüzü nasıl? İç yüzünün dönüm noktası bir ziyarette gizli. Malum Ak Saray ziyareti. GS eski başkanı Yarsuvat'ın da ifade ettiği gibi o ziyaretten sonra açıldı GS önündeki tüm kapılar. Yarsuvat, kamuoyunun bildiğinin aksine farklı bir şey de söyledi o konuşmasında: Sayın Cumhurbaşkanı takımı çağırdı, bizim böyle bir talebimiz olmadı ve Abdürrahim Bey, takımı da alarak gitti.



Soru şu: Neden Galatasaray? Üstelik de Şampiyonlar Ligi'nin en kötü sonuçlarını aldığı ve elendiği dönemde. Ligde de tepetaklak olduğu bir dönemde. Mesela niye Galatasaray yerine, o dönemde Avrupa'da güzel sonuçlar alan Beşiktaş değil. Neden ligi şampiyon tamamlayan Fenerbahçe değil? Bu soruları herkes kendine göre cevaplayabilir.


Benim amacım, Galatasaray'ın 'bilek gücüyle' elde etmediği bu şampiyonlukta dış faktörlerin cirit attığını göstermek. Kasımpaşa maçında Veysel Sarı, Mersin maçında Servet Çetin, Akhisar maçında Bilal Kısa'nın performasları ve tabiiki meşhuuurrrrr Gençlerbirliği maçında kaleci Ferhat'ın topu tutmak(!) için gösterdiği müthiş gayreti de unutmamak lazım. Tabii son dakikada Stancu'yu da ekleyelim. Bir de Cavcav'ın açıklamalarını da ekleyelim.Bir de Melo'nun her maç en az iki kez atılması gerektiği halde çoğunlukla kart bile görmemesini de. Bir de Galatasaray'ın kırmızı kart görmemesini de... Bir de statlarının hiç kapanmamasını da... Ekleyelim de ekleyelim.



Recep Tayyip Erdoğan


Yeni Türkiye kavramının futbolda da dizayn edilme çalışmaları herkesin malumu. Başkanlar, teknik adamlar ve tribün grupları da bu dizaynın içinde. 3 Temmuz süreci, Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe'den kopartılamayışı, Çarşı grubu - Fikret Orman, Aziz Yıldırım - Gfb problemleri, İstanbul Başakşehir başta olmak üzere Konya şehrinin de futbola yoğun biçimde katma çabalarını da görmezden gelmeyelim. Ayrıca seneye tam bir Osmanlı fırtınası da esecek tribünlerde. Bu da kesin. Yavaş yavaş yayılan 1453'lü gruplar da çoğalmaya devam edecektir. Talimat hiç kuşkusuz en tepeden geliyor ve gayet de güzel uygulanıyor.

Yıl içerisinde Galatasaray'ı ağırlaması türlü soru işaretlerine yol açmışken, Fenerbahçe'nin henüz lig yarışından kopmadığı süreçte de Çaykur Rizespor Teknik Direktörü Hikmet Karaman'ı ağırlaması da tartışılan bir olaydı. Ben bir Fenerbahçeli olarak 'Niye görüşüyor?' deme hakkını da sahibim,'İş son maça kalırsa Rize'nin Gs maçına asılmamasının talimatını mı verdi acaba?' diye düşünme hakkına da sahibim. Ya da bir Galatasaraylının 'Niye çağırdı, adam Fenerbahçeli, Rize'ye Gs karşısında saldırın talimatı mı verdi?' diye düşünmesi de gayet normal.





Sezon bittikten sonra yapılsa bu ziyaretler, takımlar başarılarına göre ödüllendirilse, takdir edilse... O zaman kimin söyleyecek sözü olur? Sezon sonunda GS'nin Ak Saray'a davet edilmesini kim yadırgar?

Tribünler ne şekilde oluşursa oluşsun, insanlar kimi severse sevsin, beni ilgilendirmiyor. Futbol ve siyasetin bu kadar iç içe olması, birileri ve diğerleri diye ayrıştırılması çok ama çok can sıkıyor artık. Hepimizin dengesi bozuldu. Futbolun doğal seyri içindeki hakem hatalarını bile 'Acaba?' gözüyle izliyoruz artık.

Yeni sezonda tüm bu olumsuzluklardan arınmış olmak dileğiyle...


5 Nisan 2015 Pazar

KINA YAKIN





4 Nisan gecesi yaşananlar, bir camiaya duyulan nefretin, çekememezliğin, ezikliğin, her türlü kompleksin patlama gecesidir.

 Mekân Trabzon: Fenerbahçe anarşisinin başkenti. Hayatını, Fenerbahçe'yle savaşa adamış olan Hacıosmanoğlu'nun memleketi. Galatasaray yancıları, Fenerbahçe düşmanlarının ana vatanı.

Özellikle 3 Temmuz'dan sonra bu şehirde her maçta yaşananlar ortadayken, 4 Nisan gecesi yaşananlar bağıra bağıra geldi aslında. Asıl şikeci ve kumpasçılar; medya ve siyaset bağlantılı olarak ipeklere sarılıp sarmalanırken, Fenerbahçe'ye her türlü karalama kampanyası mübah görüldü. Şikeci, futbolcusu ahlaksız, başkanı mafya, taraftarı terörist... Herkes ahlaklı, herkes on numara dört yıldız, Fenerbahçe ahlaksızlığın başkenti ilan edildi. Trabzon halkı kandırıldığını görmedi, göremedi, görmek istemedi. Nefretin sınırları akılları zorladı.

Ve Hacıosmanoğlu... Kadıköy'de naralar atan kabadayı, suratından şirret dökülen mendebur. 'Fenerbahçe şampiyon olmasın diye her şeyi yapacağız.' 'Öyle bir eylem yapacağız ki belki de ben sonra Trabzon başkanı olmayacağım.' diyecek kadar gözü dönmüş, psikopat. Söylemleriyle iki camianın taraftarlarını da germeye devam eden barut fıçısı.

Saha içinde çirkinlik olur, çirkeflik olur, orada biter. Hakkının yenildiğini düşünen, şikayet eder ilgili kurumlara ve hakkını arar. Amaaaaa!!! İş kurşun sıkmaya, toptan öldürmeye teşebbüse dönerse orda durun efendiler. Kahpelik, şerefsizlik kelimeleri hafif kalır buna. Şoför ölebilirdi, otobüs devrilebilirdi. Her türlü senaryo yazılabilir felaket için. Hangi kupa ve şampiyonluk candan daha kıymetli? Şoförün yavrusuyla olan resmini gördünüz mü? O evlat ne düşünceyle kopartılır babasından, yazık günah değil mi?

Rakip pek çok taraftar sağduyulu davranırken, pek çoğunun da aklını kaybetmişçesine 'Keşke ölselerdi, tekere niye ateş etmediniz, Bari Emre ve Volkan ölseydi...' gibi twit atmaları ise olayın son noktasıydı.


Kına yakın. Ahlaklı camialarınızın peşinde dolanın yine. Biz bu süreci de atlatırız evelallah da siz karaktersizliğinize karaktersizlik kattınız bu yorumlarınızla.

27 Mart 2015 Cuma

Hababam Sınıfı 40 Yaşında



Senaryosuyla, karakterleriyle, müziğiyle, filmin çekildiği mekânıyla, yönetmeniyle; velhasıl her şeyiyle Türk izleyicisinin aklında Hababam Sınıfı kadar yer eden bir başka film var mı? Dört, beş kuşak Hababam Sınıfı'yla büyüdü ve yaşlandı. Bu kadar benimsediğimiz Hababam Sınıfı kırk yaşını doldurdu.


Rıfat Ilgaz'ın kaleminden çıkan Hababam Sınıfı, ilk olarak Dolmuş dergisinde yayınlanır. Seri olarak yayınlanan Hababam Sınıfı, sonraki süreçte roman olarak Türk okuyucusuna sunulur ve çok beğenilir. Tabii, sansürdü, şuydu buydu derken başına türlü işler de gelir. 1960'lı yıllarda Ulvi Uraz Tiyatrosu tarafından sahnelenen Hababam Sınıfı, görülmemiş bir gişe başarısı sağlar. Atıf Yılmaz, Rıfat Ilgaz'la anlaşır ama filmi sansür kurulundan geçiremez. Yıl 1966'dır. İlerleyen dönemlerde, sinemayla hiç alakası yokken, bir anda kendisini yönetmen koltuğunda bulan, Arzu Film yapımcısı ve yönetmeni Ertem Eğilmez, filmin yayınlanma hakkını alır ve 1975 yılında filmin çekimlerine başlar. Üç aylık bir süreçte ilk bölüm çekilir. O kadar büyük bir gişe başarısı sağlanır ki, ilk bölüm daha gösterimden kalkmadan ikinci bölüm olan Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı çekilir. Bu bölüm, ilkinden daha büyük başarı getirince, Uyanıyor, Tatilde, Dokuz Doğuruyor ve Güle Güle bölümleri çekilir. 1975 - 1981 yılları arasına altı bölüm sığdırılır.



Film, Arzu film tarafından restore edilir 2012 yılında ve Star TV'de yayınlanır. Her bölüm, rating listelerinde üst sıralarda yer alma başarısı gösterir. Filmin yeni versiyonlarını bünyeler pek benimsemez ama eski bölümler yine ilgi görmeye devam ediyor.



Oyuncu Kadrosu
Filmin figürasyon kadrosu, oyunculuk geçmişi olmayan gençlerdir. Gazetelere verilen ilanlarla bulunurlar. Feridun Şavlı, Ahmet Arıman, Ercan Gezmiş,  Ümit Doğru, Dilaver Gür, Gazanfer Şener, Dinçay Çetindamar, Mehmet Çatay, Teoman Ayık, Bülent İğdiroğlu ve daha nice isim, Hababam Sınıfı serilerinde rol alır. İsim olarak çoğumuzun bilmediği ama yüzlerini gördüğümüzde 'Aaa... ' diyeceğimiz isimlerdir onlar. Hababam Sınıfı efsanesinde rol alma şansı yaşamış, kıymetlerimiz onlar. Bugün, pek çok organizasyonda birlikte oluyorlar. Üniversite söyleşileri, film festivalleri derken seneler sonra buluşmanın tadını çıkarıyorlar. Filmlerin çekildiği dönemlerdeki göremedikleri ilgiyi seneler sonra görüyorlar belki de. Ayrıca filmin çekildiği yer olan Adile Sultan Öğretmenevi'ndeki sınıf olarak kullanılan mekanın, bugün kendilerinin önayak olması sayesinde müze olduğunu da vurgulamakta fayda var.

Benim Gözümden...
Herkes gibi benim için de çok özeldir Hababam Sınıfı. Fenerbahçe Dergisi'ndeki yazarlık kariyerim boyunca pek çok kez Hababam Sınıfı üzerine yazı hazırladım. Mâlum; Hababam'ın Fenerbahçeli olması sebebiyle malzemesi de çoktu. Hatta ilk röportajımın Güdük Necmi rolüyle efsane olan Halit Akçatepe ile olduğunu da belirtmiştim. Yapımcı ve yönetmen Ferdi Eğilmez ve Hayta İsmail rolüyle sevdiğimiz Ahmet Arıman da röportaj yaptığım diğer isimler oldu.


 Facebook üzerinden filmdeki pek çok isimle tanışıp, sonrasında da hepsiyle tanışmak kısmet oldu. Müze açılışında bir arada olma şansı yakaladım. Hayatımın özel günleri ve isimleri olarak kalacaklar.
Kırkıncı yılını geride bırakan Hababam Sınıfı oyuncularına 41 kere maaşallah diyelim.
                                       HABABAM GÜM GÜM GÜM!!!


25 Mart 2015 Çarşamba

Bazen Çok Agresif, Bazen Deli Dolu: Emre Belözoğlu



Başarıları, saha dışındaki mülayimliği, saha içindeki agresifliği, çılgınlığı, hırçınlığı, hırsı, tekniği, sürati ile belki de Türk futbolunun gelmiş geçmiş en fazla tartışılan futbolcusu.  Çocuk yaşta zirve yapıp, hep zirvede devam eden bir kariyer. Bu kadar teknik, bu kadar özel yetenekleri olan bir futbolcu ne oluyor da bu kadar agresif, bu kadar tartışılan biri oluyor. Kendimce bir bakış...


ALT YAPI VE GALATASARAY



Yıl 1990... Emre 10 yaşında ve Zeytinburnuspor altyapısına giriyor. Zeytinburnu, semt olarak çılgın, karışık bir semt. Belki de bu semtin hamurunda yoğruluyor daha o yıllarda. Sonraki dönemde Emre için kullanılacak bu sıfatlar, Zeytinburnu için kullanılıyor o zamanlarda. 'Zeytinburnu Çocuğu' olarak yetişiyor. 1992'de Galatasaray alt yapısına giriyor. Yaşı on iki henüz. Fenerbahçeli olmasına rağmen, kolay adapte oluyor sarı-kırmızılı renklere. Sen profesyonelsin, lafını yerleştiriyor beynine. Fatih Terim gelene kadar 1992-1996 arasında alt yapının çeşitli yaş gruplarında forma giyiyor. Henüz on altı yaşındayken, Fatih Terim henüz bu çok genç olan çocuğu kıskacına alıyor ve zaman zaman forma vermeye başlıyor A Takımda. Adını duyurmaya başlıyor yavaş yavaş.

(Zeytinburnu Altyapı Dönemi)
Sonra Hagi efsanesi geliyor Galatasaray'a. Emre'nin tekniğini bütünleştiren adamdır Hagi. Gece gündüz onu izliyor, onun gibi çalım atmaya, topa vurmaya çalışıyor. Hagi de bir baba gibi ona bildiklerini öğretmeye çalışıyor. Emre'nin Allah vergisi yeteneğiyle de kavraması zor olmuyor. Hagi de teknik, on numara futbolcu ama çok agresif. Sinirlendiği vakit ne tekmelemediği futbolcu kalıyor, ne de küfretmediği. Terim'in sahadaki yansıması oluyor Hagi. Hakeme tükürdüğü bile oluyor. Emre; Terim - Hagi hakimiyeti altında kişilik gelişimini de tamamlıyor.

1996 - 2001 yılları arasında Galatasaray'da forma giyiyor Emre. Taraftar taparcasına seviyor. 102 maça çıkıp 14 gol kazandırıyor takımına. Uefa Kupası'nı kazanan efsane kadronun değişmezlerinden oluyor. Yarı final maçında kırmızı kart görmesi ve Terim'in kendisini tokatlaması da unutulmazlar arasına giriyor. Uefa finalini kaçırıyor ama dört yıl üst üste şampiyonluk ve Uefa Kupası'nı kazanmak, kariyerinin en büyük 'ilk' başarıları oluyor.

AVRUPA MACERASI

   İNTER vs NEWCASTLE 


Sezon sonunda da çoğu GS'li futbolcu gibi o da yönünü Avrupa'ya - İtalya'ya - Milano'ya çeviriyor. 2001 - 2005 yılları arasında İnter Milan takımının formasını giyiyor. Okan Buruk'la birlikte...79 maç giyiyor formasını İnter'in. Bu yıllarda sürekli olarak sakatlıklarıyla gündeme geliyor ve sadece 3 gol kazandırabiliyor takımına.
   

2005 yılında Fenerbahçe'nin gündemine giriyor. Hatta forma giymeye çok yaklaşıyor. Çocukluğunun takımına, kalbindeki renklere çok yaklaşıyor. Ama olmuyor. Çeşitli sebepler sayılabilir bunun için.  Fenerbahçe olmayınca rotasını İngiltere'ye çeviriyor ve 2005 - 2008 yılları arasında Newcastle United formasını giyiyor. 58 maçta 5 gol kazandırıyor takımına.


ÇOCUKLUK AŞKINA KAVUŞMA: FENERBAHÇE

Sonrasında Fenerbahçe serüveni başlıyor. 2008 - 2012 arasında Birinci Fenerbahçe dönemi, arada Atletico Madrid dönemi ve 2013'ten bugüne de İkinci Fenerbahçe dönemi başlıyor. Fenerbahçe dönemi çalkantılarla başlıyor. Galatasaray taraftarının müthiş tepkisi, sindiremeyiş, küfürlü tezahüratlar... Yayıncı kuruluşun Emre takıntısı zirve yapıyor. Sırf Emre'yi takip eden kamera bile ayarlanıyor. Ağzını okumak, her türlü gözlemlemek için. Rakipler de onun sinirini bildiği için üzerine oynuyorlar. O da bu tuzağa düşüyor her seferinde. Reaksiyonlarıyla, haklıyken haksız duruma düşüyor. İçindeki çılgınlık hemen ortaya çıkıyor. Tıpkı Zeytinburnu gibi, Terim gibi, Hagi gibi... Hamurunun mayası neyse hiç terk etmiyor onu. Milli forma altında da Fenerbahçe forması altında da.



Avrupa'da oynadığı dönemlerde ya golleri ya tekniği ya da sakatlıklarıyla konuşulan adam, bu ülke topraklarında hep futbol dışı yönüyle anılıyor. Kişiliği buna çanak tutuyor; o ayrı olay ama buna sebep olanların hiç mi suçu yok? Galatasaray'ın Melo'su hakemlerin kıyağında kırmızı kartlar görmeden nice maçlar çıkartıyor bu ülkede. Yayıncı kuruluş, maç özetlerini verirken çoğu pozisyonunu göstermiyor bile. Emre'nin bademciğine kadar gösterenler, başka hırçınları görmüyor ya da görülmek istenmiyor.

 
Biliç olayında da Emre suçlu. Evet, yapmaması gerekenleri yaptı; söylememesi gerekenleri söyledi. Peki ya Biliç? Çok mu masum? Türk futbolunda Emre dışındakilerin hepsi beyaz, Emre mi kara? O mu günah keçisi? Futbolu ve her şeyi siyaseten dizayn edenler masum, Emre suçlu? Eleştiriyorum, kızıyorum da çoğunlukla ama tek taraflı gözlükle bakmıyorum olaya. Emre'yi kışkırtan Melo'yu da düşünüyorum, Kasımpaşalı futbolcuları da yayıncı kuruluşu da Lig TV'yi de, Biliç'i de...



Emre'nin hataları Terim'in, Hagi'nin, Zeytinburnu'nundur. Çocuğu şekillendiren ailedir. Özündeki sakin karakter, saha içinde yok olan bu adamı Fenerbahçe taraftarı yem etmemelidir.Emre Fenerbahçelidir, unutulmasın. 3 Temmuz sürecinde Fenerbahçe'yi en çok savunanların başındadır. Şahsi kanaatimdir: Fenerbahçe'de bırakmalıdır futbolu.