27 Mart 2015 Cuma

Hababam Sınıfı 40 Yaşında



Senaryosuyla, karakterleriyle, müziğiyle, filmin çekildiği mekânıyla, yönetmeniyle; velhasıl her şeyiyle Türk izleyicisinin aklında Hababam Sınıfı kadar yer eden bir başka film var mı? Dört, beş kuşak Hababam Sınıfı'yla büyüdü ve yaşlandı. Bu kadar benimsediğimiz Hababam Sınıfı kırk yaşını doldurdu.


Rıfat Ilgaz'ın kaleminden çıkan Hababam Sınıfı, ilk olarak Dolmuş dergisinde yayınlanır. Seri olarak yayınlanan Hababam Sınıfı, sonraki süreçte roman olarak Türk okuyucusuna sunulur ve çok beğenilir. Tabii, sansürdü, şuydu buydu derken başına türlü işler de gelir. 1960'lı yıllarda Ulvi Uraz Tiyatrosu tarafından sahnelenen Hababam Sınıfı, görülmemiş bir gişe başarısı sağlar. Atıf Yılmaz, Rıfat Ilgaz'la anlaşır ama filmi sansür kurulundan geçiremez. Yıl 1966'dır. İlerleyen dönemlerde, sinemayla hiç alakası yokken, bir anda kendisini yönetmen koltuğunda bulan, Arzu Film yapımcısı ve yönetmeni Ertem Eğilmez, filmin yayınlanma hakkını alır ve 1975 yılında filmin çekimlerine başlar. Üç aylık bir süreçte ilk bölüm çekilir. O kadar büyük bir gişe başarısı sağlanır ki, ilk bölüm daha gösterimden kalkmadan ikinci bölüm olan Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı çekilir. Bu bölüm, ilkinden daha büyük başarı getirince, Uyanıyor, Tatilde, Dokuz Doğuruyor ve Güle Güle bölümleri çekilir. 1975 - 1981 yılları arasına altı bölüm sığdırılır.



Film, Arzu film tarafından restore edilir 2012 yılında ve Star TV'de yayınlanır. Her bölüm, rating listelerinde üst sıralarda yer alma başarısı gösterir. Filmin yeni versiyonlarını bünyeler pek benimsemez ama eski bölümler yine ilgi görmeye devam ediyor.



Oyuncu Kadrosu
Filmin figürasyon kadrosu, oyunculuk geçmişi olmayan gençlerdir. Gazetelere verilen ilanlarla bulunurlar. Feridun Şavlı, Ahmet Arıman, Ercan Gezmiş,  Ümit Doğru, Dilaver Gür, Gazanfer Şener, Dinçay Çetindamar, Mehmet Çatay, Teoman Ayık, Bülent İğdiroğlu ve daha nice isim, Hababam Sınıfı serilerinde rol alır. İsim olarak çoğumuzun bilmediği ama yüzlerini gördüğümüzde 'Aaa... ' diyeceğimiz isimlerdir onlar. Hababam Sınıfı efsanesinde rol alma şansı yaşamış, kıymetlerimiz onlar. Bugün, pek çok organizasyonda birlikte oluyorlar. Üniversite söyleşileri, film festivalleri derken seneler sonra buluşmanın tadını çıkarıyorlar. Filmlerin çekildiği dönemlerdeki göremedikleri ilgiyi seneler sonra görüyorlar belki de. Ayrıca filmin çekildiği yer olan Adile Sultan Öğretmenevi'ndeki sınıf olarak kullanılan mekanın, bugün kendilerinin önayak olması sayesinde müze olduğunu da vurgulamakta fayda var.

Benim Gözümden...
Herkes gibi benim için de çok özeldir Hababam Sınıfı. Fenerbahçe Dergisi'ndeki yazarlık kariyerim boyunca pek çok kez Hababam Sınıfı üzerine yazı hazırladım. Mâlum; Hababam'ın Fenerbahçeli olması sebebiyle malzemesi de çoktu. Hatta ilk röportajımın Güdük Necmi rolüyle efsane olan Halit Akçatepe ile olduğunu da belirtmiştim. Yapımcı ve yönetmen Ferdi Eğilmez ve Hayta İsmail rolüyle sevdiğimiz Ahmet Arıman da röportaj yaptığım diğer isimler oldu.


 Facebook üzerinden filmdeki pek çok isimle tanışıp, sonrasında da hepsiyle tanışmak kısmet oldu. Müze açılışında bir arada olma şansı yakaladım. Hayatımın özel günleri ve isimleri olarak kalacaklar.
Kırkıncı yılını geride bırakan Hababam Sınıfı oyuncularına 41 kere maaşallah diyelim.
                                       HABABAM GÜM GÜM GÜM!!!


25 Mart 2015 Çarşamba

Bazen Çok Agresif, Bazen Deli Dolu: Emre Belözoğlu



Başarıları, saha dışındaki mülayimliği, saha içindeki agresifliği, çılgınlığı, hırçınlığı, hırsı, tekniği, sürati ile belki de Türk futbolunun gelmiş geçmiş en fazla tartışılan futbolcusu.  Çocuk yaşta zirve yapıp, hep zirvede devam eden bir kariyer. Bu kadar teknik, bu kadar özel yetenekleri olan bir futbolcu ne oluyor da bu kadar agresif, bu kadar tartışılan biri oluyor. Kendimce bir bakış...


ALT YAPI VE GALATASARAY



Yıl 1990... Emre 10 yaşında ve Zeytinburnuspor altyapısına giriyor. Zeytinburnu, semt olarak çılgın, karışık bir semt. Belki de bu semtin hamurunda yoğruluyor daha o yıllarda. Sonraki dönemde Emre için kullanılacak bu sıfatlar, Zeytinburnu için kullanılıyor o zamanlarda. 'Zeytinburnu Çocuğu' olarak yetişiyor. 1992'de Galatasaray alt yapısına giriyor. Yaşı on iki henüz. Fenerbahçeli olmasına rağmen, kolay adapte oluyor sarı-kırmızılı renklere. Sen profesyonelsin, lafını yerleştiriyor beynine. Fatih Terim gelene kadar 1992-1996 arasında alt yapının çeşitli yaş gruplarında forma giyiyor. Henüz on altı yaşındayken, Fatih Terim henüz bu çok genç olan çocuğu kıskacına alıyor ve zaman zaman forma vermeye başlıyor A Takımda. Adını duyurmaya başlıyor yavaş yavaş.

(Zeytinburnu Altyapı Dönemi)
Sonra Hagi efsanesi geliyor Galatasaray'a. Emre'nin tekniğini bütünleştiren adamdır Hagi. Gece gündüz onu izliyor, onun gibi çalım atmaya, topa vurmaya çalışıyor. Hagi de bir baba gibi ona bildiklerini öğretmeye çalışıyor. Emre'nin Allah vergisi yeteneğiyle de kavraması zor olmuyor. Hagi de teknik, on numara futbolcu ama çok agresif. Sinirlendiği vakit ne tekmelemediği futbolcu kalıyor, ne de küfretmediği. Terim'in sahadaki yansıması oluyor Hagi. Hakeme tükürdüğü bile oluyor. Emre; Terim - Hagi hakimiyeti altında kişilik gelişimini de tamamlıyor.

1996 - 2001 yılları arasında Galatasaray'da forma giyiyor Emre. Taraftar taparcasına seviyor. 102 maça çıkıp 14 gol kazandırıyor takımına. Uefa Kupası'nı kazanan efsane kadronun değişmezlerinden oluyor. Yarı final maçında kırmızı kart görmesi ve Terim'in kendisini tokatlaması da unutulmazlar arasına giriyor. Uefa finalini kaçırıyor ama dört yıl üst üste şampiyonluk ve Uefa Kupası'nı kazanmak, kariyerinin en büyük 'ilk' başarıları oluyor.

AVRUPA MACERASI

   İNTER vs NEWCASTLE 


Sezon sonunda da çoğu GS'li futbolcu gibi o da yönünü Avrupa'ya - İtalya'ya - Milano'ya çeviriyor. 2001 - 2005 yılları arasında İnter Milan takımının formasını giyiyor. Okan Buruk'la birlikte...79 maç giyiyor formasını İnter'in. Bu yıllarda sürekli olarak sakatlıklarıyla gündeme geliyor ve sadece 3 gol kazandırabiliyor takımına.
   

2005 yılında Fenerbahçe'nin gündemine giriyor. Hatta forma giymeye çok yaklaşıyor. Çocukluğunun takımına, kalbindeki renklere çok yaklaşıyor. Ama olmuyor. Çeşitli sebepler sayılabilir bunun için.  Fenerbahçe olmayınca rotasını İngiltere'ye çeviriyor ve 2005 - 2008 yılları arasında Newcastle United formasını giyiyor. 58 maçta 5 gol kazandırıyor takımına.


ÇOCUKLUK AŞKINA KAVUŞMA: FENERBAHÇE

Sonrasında Fenerbahçe serüveni başlıyor. 2008 - 2012 arasında Birinci Fenerbahçe dönemi, arada Atletico Madrid dönemi ve 2013'ten bugüne de İkinci Fenerbahçe dönemi başlıyor. Fenerbahçe dönemi çalkantılarla başlıyor. Galatasaray taraftarının müthiş tepkisi, sindiremeyiş, küfürlü tezahüratlar... Yayıncı kuruluşun Emre takıntısı zirve yapıyor. Sırf Emre'yi takip eden kamera bile ayarlanıyor. Ağzını okumak, her türlü gözlemlemek için. Rakipler de onun sinirini bildiği için üzerine oynuyorlar. O da bu tuzağa düşüyor her seferinde. Reaksiyonlarıyla, haklıyken haksız duruma düşüyor. İçindeki çılgınlık hemen ortaya çıkıyor. Tıpkı Zeytinburnu gibi, Terim gibi, Hagi gibi... Hamurunun mayası neyse hiç terk etmiyor onu. Milli forma altında da Fenerbahçe forması altında da.



Avrupa'da oynadığı dönemlerde ya golleri ya tekniği ya da sakatlıklarıyla konuşulan adam, bu ülke topraklarında hep futbol dışı yönüyle anılıyor. Kişiliği buna çanak tutuyor; o ayrı olay ama buna sebep olanların hiç mi suçu yok? Galatasaray'ın Melo'su hakemlerin kıyağında kırmızı kartlar görmeden nice maçlar çıkartıyor bu ülkede. Yayıncı kuruluş, maç özetlerini verirken çoğu pozisyonunu göstermiyor bile. Emre'nin bademciğine kadar gösterenler, başka hırçınları görmüyor ya da görülmek istenmiyor.

 
Biliç olayında da Emre suçlu. Evet, yapmaması gerekenleri yaptı; söylememesi gerekenleri söyledi. Peki ya Biliç? Çok mu masum? Türk futbolunda Emre dışındakilerin hepsi beyaz, Emre mi kara? O mu günah keçisi? Futbolu ve her şeyi siyaseten dizayn edenler masum, Emre suçlu? Eleştiriyorum, kızıyorum da çoğunlukla ama tek taraflı gözlükle bakmıyorum olaya. Emre'yi kışkırtan Melo'yu da düşünüyorum, Kasımpaşalı futbolcuları da yayıncı kuruluşu da Lig TV'yi de, Biliç'i de...



Emre'nin hataları Terim'in, Hagi'nin, Zeytinburnu'nundur. Çocuğu şekillendiren ailedir. Özündeki sakin karakter, saha içinde yok olan bu adamı Fenerbahçe taraftarı yem etmemelidir.Emre Fenerbahçelidir, unutulmasın. 3 Temmuz sürecinde Fenerbahçe'yi en çok savunanların başındadır. Şahsi kanaatimdir: Fenerbahçe'de bırakmalıdır futbolu.





24 Mart 2015 Salı

Fenerbahçe Dergisi'ne Dair


 

           

 2004 yılının Ekim ayında başladı Fenerbahçe Dergisi'ndeki serüvenim. Tam tamına on yıl beş ay geride kalmış. 125 sayı demek bu. 125 sayıda nice araştırma yazıları, denemeler, tarihi yazılar ve tabiiki röportajlar... 




İlk röportajım 2006 yılının Şubat ayında Hababam Sınıfı'nın Güdük Necmi'si Halit Akçatepe ileydi. Nasıl da heyecanlıydım. Telefonda konuştuğumuzda sesimin titremesini engelleyememiştim. Evine gidip yüz yüze görüştüğümüzdeki heyecanımı da tahmin edin artık. Şimdilik son röportajım da 2015'in Nisan sayısında yayınlanacak olan Yekta Kopan röportajı olacak. Toplamda doksan civarında röportaj geride kalmış. Halita Akçatepe, Uğur Dündar, Funda Arar, Hakan Peker, Erol Büyükburç, Cahit Berkay, Mustafa Ceceli, Yekta Kopan, Selahattin Taşdöğen, Şoray Uzun, Işın Karaca ve daha kimler kimler. Ne hatıralar birikti hafızada. Kim bilir daha neler eklenecek...



Manevi doygunluğum o kadar fazla ki kelimelere dökebilmeme imkan yok. Türkiye'nin en yüksek tirajlı dergisinin, on yıldır bir parçası olmak, yazılarımın binlerce taraftarımızca okunduğunu bilmek çok ama çok güzel bir duygu. Her zaman desteklerini hissettiğim, ikinci ailem olan Fenerbahçe Dergisi çalışanlarına çok teşekkürler. Başta Yazı İşleri Müdürü'm Mehmet Çatay, Editörlerim Şafak Taşçı ve Ali Arslan ve tabiiki foto muhabiri yoldaşım Ahmet Hopyar olmak üzere...

KALİTELİLER - KALİTESİZLER - ÇALKANTILAR

Röportaj yapmak özel bir duygu. Herkesin hayranlığını duyduğu isimler karşınızda oluyor en az iki saat. Bazılarıyla sonrasında da devam edecek arkadaşlıklar kuruyorsunuz, bazıları da büyük bir hayal kırıklığı oluşturabiliyor ve 'Keşke röportaj yapmasaydım.' diyorsunuz. Hiç kuşku yok ki hiç bitmesini istemediğim röportajlar da oldu, 'Aman bitsin de kurtulayım.' dediklerim de. Bazen mecbur kalıyorsunuz işte.



Bazen de yazıya döktüğünüz röportajı, röportaj yaptığınız isim beğenmeyebiliyor. Bu röportaj bana ait değil diyebiliyor. Bu kadar az sayfa mı ayırıyorsunuz diyenler de olabiliyor. Sizin dışınızda gelişen durumlar da olabiliyor. Herkesi memnun edemeyebiliyorsunuz haliyle.



Olumlu, olumsuz, acı tatlı ne varsa hepsi başımın tacı. Hepsi Fenerbahçe'm için. 'Hayatın İçinden Fenerbahçe' başlığı altında nice yazılarla, röportajlarla buluşmak üzere.












23 Mart 2015 Pazartesi



YAZMAK

Seviyorum yazmayı. Bir şeyler paylaşmayı. Spor, sinema, tarih... Ne varsa. E, tabii beni yakından tanıyanların benden bekledikleri belli: Futbol - Fenerbahçe - Tarih. Ağırlıklı olarak da bunlarla ilgili olacak paylaşımlarım. Ben araya sinema da ekleyeceğim, ülkemin gündeminde ne varsa onu da. Duramam çünkü, biliyorum kendimi.


BEŞİKTAŞ DERBİSİ ÜZERİNE

Kadıköy'den Beşiktaş da çıkamadı. On iki yıldır galibiyet göremediği gibi 22Mart 2015'te de göremedi.

 Herhalde son yılların en 'garip' derbilerinden biri oldu bu sefer. Emenike olayı olarak anılacaktır sonraki süreçte bu maç muhakkak. Sonraki günlerde ne olur bilinmez ama tahmin etmek zor değil, Emenike bir daha o formayı giymemeli.

Aydınus maçı iyi yönetmedi, Demba ba atamadı, Beşiktaş'ın genç kalecisi tutamadı, Sow, uzatma dakikalarında affetmedi. Lig, ilginç bir halde. Şu şampiyon olur, demek şu an itibariyle çok zor. Takımların performansı kadar, hakemlerin yaptıkları ya da yapmadıkları da belirleyici. Bir de görünmeyen ama hissedilen dizayn ediciler de var, o ayrı tabii...

BEŞİKTAŞ NEDEN KAZANAMIYOR?

Beşiktaş'la ilgili olarak bir ara uzun uzadıya bir şeyler karalamak istiyorum aslında ama şimdilik yüzeysel olarak geçelim. Beşiktaş, özellikle seksenli yıllarda Fenerbahçe'yi her maçta dağıtırken 2004 - 2005'teki o müthiş 'Pancu'lu' maçtan sonra üstünlüğünü kaybetmeye başladı. Sadece Fenerbahçe'ye değil, Galatasaray'a karşı da kaybetmeye devam etti. Tam, bir şeyler iyi gidiyor derken, kırılma anlarını da kaybetti. İster psikolojik deyin, ister başka bir şey, Beşiktaş'ta sıkıntı büyük ve aşılamıyor. Neden kazanamıyor, sorusunun cevabı net bir şekilde yok. Belki yeni stadla birlikte bir şeyler değişir artık. Kim bilir...